21 Mart 2025

Şah’tan velayet-i fakih düzenine: İran İslam Cumhuriyeti 46 yaşında!

1979 İran İslam Devrimi, modern Orta Doğu tarihinin dönüm noktasıydı ve İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasına yol açtı. İzleyen 46 yıl, önemli iç dönüşümlere ve evrilen dış ilişkilere sahne oldu. Peki, 46 yıl önce neler yaşandı? İslam Cumhuriyeti ne anlama geliyor?

1979 İran İslam Devrimi, hiç şüphesiz modern Orta Doğu tarihinin dönüm noktası oldu ve İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasına yol açtı. İzleyen 46 yıl, önemli iç dönüşümlere ve evrilen dış ilişkilere sahne oldu. Bu sebeple İran’ın iç dinamiklerini ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nden gelen dış baskılara verdiği tepkileri anlamak günümüzde büyük önem taşıyor.

İran’da Şah’ın yönetimine duyulan hoşnutsuzluk, devrimin temelini oluşturmuştu. Otokratik yönetim anlayışı, muhalefetin bastırılması, yaygın yolsuzluk ve Şah’ın özellikle ABD olmak üzere Batı güçlerine aşırı bağımlı olduğu algısı, halkın tepkisine yol açmıştı. Şah’ın modernleşme çabalarına rağmen, siyasi özgürlüklerin kısıtlanması ve sosyal adaletsizliklerin giderilememesi, memnuniyetsizliği derinleştirmişti. 1953’teki ABD destekli darbe sonrasında Şah’ın Batı’nın çıkarlarına hizmet ettiği düşüncesi, milliyetçi ve anti-emperyalist duyguları da körüklemişti.

1963’te başlatılan Beyaz Devrim, İran’ı modernleştirmeyi amaçlasa da toprak sahipleri ve din adamlarının nüfuzunu sarsmış, kırsal ekonomileri bozmuş ve hızlı kentleşme ile Batılılaşmaya yol açmıştı. Bu durum, geleneksel güç odaklarının ve dinî çevrelerin muhalefetini artıracaktı. Kırsal kesimdeki yerinden edilmeler ve hızlı sosyal değişim de genel bir huzursuzluğa katkıda bulundu.

1973’teki petrol kriziyle artan petrol gelirleri, İran halkında daha yüksek beklentiler yaratacaktı. Ancak 1970’lerin sonlarındaki ekonomik gerilemeler ve enflasyon, bu beklentilerin karşılanamamasına ve yaygın bir hayal kırıklığına neden oldu. Petrol zenginliğinin adil bir şekilde paylaşılmadığı algısı, halkın öfkesini artırdı. Şah’ın 1970’lerde artan otoriter yönetimi, siyasi katılımın sınırlı olması ve muhalefet partilerinin marjinalleştirilmesi veya yasaklanmasıyla karakterize edilecekti. Bu durum, halkın şikâyetlerini barışçıl yollarla ifade etmesini engellemiş ve sonunda kitlesel protestolara yol açtı.

Şüphesiz Ayetullah Humeyni’nin etkisi, devrimin seyrinde merkezi bir rol oynadı. Humeyni’nin velayet-i fakih ideolojisi, Şah’ın laik rejimine güçlü bir ideolojik alternatif sundu ve sürgündeki karizmatik liderliği, çeşitli muhalefet hareketlerini bir araya getirdi. Şah’ın hızlı Batılılaşma politikaları, İran’ın kültürel ve dinî kimliğini aşındırdığı düşüncesiyle birçok İranlı tarafından tepkiyle karşılandı. Özellikle dinî muhafazakâr kesimler arasında bu duygu, devrimin önemli bir itici gücü olacaktı. ABD’nin 1953’te Musaddık hükümetine karşı gerçekleştirdiği darbenin mirası, Amerika Birleşik Devletleri'ne karşı derin bir kin beslenmesine neden olmuştu ve Şah’ın bir ABD kuklası olarak algılanmasına katkıda bulunmuştu. Bu tarihî olay, İslam Cumhuriyeti'nin anti-Amerikan söyleminin temelini oluşturacaktı.

Ve Humeyni İran’da

Ocak 1978’de, Humeyni’yi aşağılayan bir makalenin yayımlanmasının ardından protestolar başladı. Bu olay, halkın derin öfkesini ve Humeyni’ye duyduğu saygıyı gözler önüne serdi. Ağustos 1978’deki Sinema Rex yangını ve Eylül 1978’deki Cale Meydanı Katliamı (Kara Cuma) gibi olaylar, rejimin şiddet kullanma isteğini ortaya koyması bakımından önemli bir kırılma anıydı. Bu tarz bir siyaset muhalefeti daha da radikalleştirmişti. Eylül-Kasım 1978 döneminde ülke çapında grevler, özellikle petrol işçilerinin grevleri, ülkeyi felç etti. Tüm bunlar rejimin kontrolünü kaybetmesine neden olacaktı. Humeyni’nin Kasım 1978’de Fransa’ya geçmesi, uluslararası alanda sesini daha fazla duyurmasını sağladı. Şah’ın 16 Ocak 1979’da sürgüne gitmesi, monarşinin sonunun yaklaştığının işareti oldu. Humeyni’nin 1 Şubat 1979’da İran’a zaferle dönüşü, halk tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı ve devrimin liderliğini pekiştirdi. Ordunun 11 Şubat 1979’da tarafsızlığını ilan etmesi, Şah rejiminin fiilen sona ermesine yol açtı.

Mart 1979'da yapılan referandumda, büyük bir çoğunluk (%98) İslam Cumhuriyeti’nin kurulması yönünde oy kullanacaktı. Ancak bu referandumun kaotik ve baskıcı bir ortamda gerçekleştiği, uluslararası gözlemcilerin bulunmadığı ve “İslam Cumhuriyeti” teriminin muğlaklığına dair tartışmalar mevcuttu. Humeyni, Aralık 1979'da Yüksek Lider olarak ortaya çıktı ve Humeyni, 1 Nisan 1980’de İran'ı resmen bir İslam Cumhuriyeti ilan etti. Geçici Hükûmet ve Humeyni liderliğindeki Devrim Konseyi kuruldu. Aralık 1979’da yapılan referandumla yeni anayasa kabul edildi ve “velayet-i fakih” doktrini anayasaya dâhil edildi.

İran’ın siyasi sisteminin kodları

İran’ın bugünkü siyasi sistemi, Yüksek Lider’in en üst otorite olduğu teokratik ve seçilmiş cumhurbaşkanı ile parlamentosu olan cumhuriyetçi unsurları bir araya getiren bir yapıya sahiptir. Yüksek Lider, ulusal politikaları belirleme, silahlı kuvvetlere komuta etme, kilit yetkilileri (İran Devrim Muhafızları Ordusu ve yargı başkanları dâhil) atama ve nihai hakem olarak geniş yetkilere sahiptir. Cumhurbaşkanı, hükûmetin başı olarak politikaları uygulama sorumluluğunu taşır ancak Yüksek Lider'e tabidir. Meclis (İslam Danışma Meclisi), yasama yetkisine sahip bir organdır ancak yasaları Anayasayı Koruyucular Konseyi'nin onayına tabidir. Anayasayı Koruyucular Konseyi, anayasa ve İslam hukukuna uygunluğu denetleyen din adamları ve hukukçulardan oluşan bir organdır, ayrıca seçim adaylarını onaylama yetkisine sahiptir. Uzmanlar Meclisi, Yüksek Lider’i seçmek ve performansını denetlemekle görevli din adamlarından oluşan bir organdır. Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi, Meclis ve Anayasayı Koruyucular Konseyi arasındaki anlaşmazlıkları çözer ve Yüksek Lider'e danışmanlık yapar. Bu ikili yapı, seçilmiş kurumların nihayetinde seçilmemiş dinî liderliğe tabi olması nedeniyle demokratik yönlerin sınırlandırılmasına ve gerilimlere yol açar.

Devrim sonrası ilk yıllarda, solcu ve milliyetçi gruplar, baskın İslamcı fraksiyon tarafından tasfiye edildi. “Reformcu” ve “muhafazakâr” fraksiyonların ortaya çıkışı, siyasi ve sosyal liberalleşmenin hızı ve kapsamı konusunda tartışmaları yansıtır. Ancak muhafazakârlar genellikle üstünlüğü elinde tutmuş ve reformların kapsamını sınırlamıştı. Din adamlarının kontrolü sürdürmedeki ve siyasi söylemi şekillendirmedeki rolü merkezî olmuştu. İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun siyasette ve ekonomide artan etkisi de dikkat çekicidir. İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun devrimi koruma yönündeki anayasal görevi, Khatam al-Anbiya ve bonyadlar gibi kuruluşlar aracılığıyla geniş ekonomik çıkarları, muhalefeti bastırmadaki rolü ve hükûmet atamalarındaki artan etkisi, onu güçlü ve köklü bir aktör hâline getirmişti. İran siyaseti, İslam Cumhuriyeti çerçevesinde faaliyet gösteren farklı gruplar arasındaki karmaşık etkileşimle karakterizedir. Son yıllarda Reformcu hareketler ortaya çıkmış olsa da muhafazakâr establishment, genellikle Yüksek Lider ve İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun desteğiyle nihai kontrolü elinde tutar.

Rejime karşı “bastırılan” eylemler

İran’da İslami rejime karşı eylemler ilk olarak Mart 1979’da zorunlu başörtüsüne karşı yaşandı. 1999 ve 2003 yıllarında öğrenci protestoları gerçekleştirildi. 2009-2010 yıllarındaki tartışmalı cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarına tepki olarak Yeşil Hareket ortaya çıktı. Bu hareket, milyonlarca İranlının katılımıyla demokratik haklar talep etti. Ancak rejim tarafından şiddetle bastırıldı. 2017-2018 ve 2019-2020 yıllarında ekonomik protestolar yaşansa da rejim üzerinde çok büyük tesirde bulunamadı. Ahlak polisi gözetiminde hayatını kaybeden Mahsa Amini’nin ölümü üzerine 2022-2023 yıllarında başlayan protestolar, rejim değişikliği ve kadın hakları gibi daha geniş taleplere dönüştü. Ayrıca bu yıllarda ekonomik sıkıntılar, siyasi sorunlar ve çevresel kaygılarla ilgili başka protestolar da yaşandı. Bu hareketler, genellikle bastırılsa da değişim arzusunu ve rejimin meşruiyetini sürdürmedeki zorlukları gözler önüne sermesi bakımından önemliydi.

Devrim sonrası ekonomik hedefler arasında bağımsızlık, tam istihdam ve rahat bir yaşam standardı yer alıyordu. Devrimin ardından sanayiler ve bankalar millileştirildi. Merkezî ekonomik planlama ve bonyadların (dini vakıflar) rolü önemli oldu. 1980-1988 İran-Irak Savaşı’nın İran ekonomisi üzerindeki etkisi yıkıcı olmuştu, petrol ihracatı azalmış ve ekonomik kriz yaşanmıştı. Farklı dönemlerde ekonomik politikalar değişmesine rağmen, ilk yıllarda sosyal adalet ve popülizme odaklanılırken, daha sonra özelleştirme ve liberalleşme çabaları görülecekti. Ancak petrol gelirlerine bağımlılık ve piyasa dalgalanmalarına açıklık, yüksek işsizlik (özellikle gençler arasında), enflasyon, yolsuzluk ve uluslararası yaptırımların etkisi gibi kalıcı ekonomik zorluklar bugün hâlâ devam ediyor. Ayrıca servet ve fırsatların eşitsiz dağılımı da süregelen bir sorun olarak karşımızda duruyor.

Dış ilişkilere yön veren etkenler

İran’ın dış politikası başlangıçtan günümüze kadar İslam Devrimi’ni ihraç etme ve yurt dışındaki İslamcı hareketleri destekleme, özellikle Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Batı etkisine karşı çıkma ve Batı hâkimiyetini reddetme, İran’ı önde gelen bir bölgesel güç olarak kurma ve Müslüman dünyasında etkisini artırma, İslam Cumhuriyeti’nin hayatta kalmasını ve güvenliğini sağlama ile egemenliğini koruma, “Ne Doğu, Ne Batı - İslam Cumhuriyeti!” doktrini ve anti-Siyonizm ile Filistin davasına destek gibi temel ilkelere ve amaçlara dayanıyor. Suudi Arabistan ile ilişkiler ise bölgesel nüfuz rekabeti, mezhepsel gerilimler (Şii-Sünni) ve vekalet savaşları ile karakterize edilen karmaşık ve çoğu zaman düşmanca bir nitelik taşıyor. Suriye ile ilişkiler, özellikle İran Devrimi'nden sonra güçlenen uzun süreli stratejik bir ittifak olarak dikkat çekici olsa da Beşşar Esad’ın devrilmesinin akabinde Suriye’de yaşananlar İran’ın bu ülke üzerindeki gücünün her geçen gün geriye gittiğini gözler önüne seriyor. Lübnan ile ilişkiler ise Şii topluluğu ve Hizbullah’ın kurulması ve desteklenmesi aracılığıyla güçlüdür. İran-Irak Savaşı ile çalkantılı bir geçmişe sahip olan Irak ilişkileri, Saddam Hüseyin'in düşüşünden sonra iyileşti. Şüphesiz İran’ın dış ilişkilerde düşmanlık güttüğü en önemli devlet İsrail’dir. Açık düşmanlık ve İran'ın Hamas ve Hizbullah gibi İsrail karşıtı grupları desteklediği bir vekalet savaşı bugün hâlâ devam ediyor.

İran’ın vekalet ağı

İran özellikle son 20 yılda Hizbullah, Hamas, Husiler ve Irak ile Suriye'deki Şii milisler dâhil olmak üzere devlet dışı aktörlerle bağlarını geliştirmiş ve genişletti. İDGM-Kudüs Gücü, bu gruplara destek, eğitim ve finansman sağlama konusunda önemli bir rol oynadı. İran bugün, bu gruplara verdiği desteği, Batı ve İsrail etkisine karşı bir “direniş ekseni”nin parçası olarak görüyor. İran'ın vekalet stratejisi, bölgesel nüfuzunu artırmasına ve doğrudan askerî çatışmadan kaçınmasına olanak sağlarken, aynı zamanda gerginliklerin tırmanması ve vekillerin eylemleri üzerindeki kontrolün kaybı gibi riskler de taşıyor. Devrim ve rehine krizinden bu yana Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkiler gerginliğini korumaya devam ediyor. İran-Irak Savaşı sonrasında Avrupa Birliği ile ilişkilerde iyileşme görüldü. Özellikle ABD baskısına yanıt olarak Çin ve Rusya ile ilişkiler giderek güçlendi. İran’ın BRICS üyeliği de bu bağlamda önem taşıyan bir husus olarak dikkat çekiyor. İran ayrıca günümüzde Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki diğer ülkelerle de ilişkiler kurmaya çalışıyor.

ABD baskıları İran’ı ne yöne çevirecek? 

Şah dönemindeki ittifaktan 1979 Devrimi sonrası düşmanlığa dönüşen ABD-İran ilişkileri, derin bir güvensizlik ve çatışma mirası ortaya koydu. Rehine krizi, İran-Irak Savaşı, terörü destekleyen devlet olarak ilan edilmesi, İran-Kontra olayı ve nükleer program gibi kilit olaylar bu ilişkiyi şekillendirdi. Gerginlik dönemlerinin yanı sıra, kısa süreli yumuşama çabaları da yaşandı. Günümüzde ABD'nin uyguladığı "maksimum baskı" kampanyası, İran'ın nükleer silah edinmesini engelleme, bölgesel kötü niyetli etkisini azaltma ve davranışlarını değiştirme hedeflerini taşıyor. Trump yönetimi altında, JCPOA’dan çekilme ve petrol ihracatı, finans sektörü, proliferasyon ve terörizmle bağlantılı kişi ve kuruluşları hedef alan yaptırımların yeniden uygulanması şeklinde hayata geçirilmişti. Biden yönetimi de birçok yaptırımı sürdürdü ve JCPOA’yı yeniden canlandırma çabaları olmuştu. ABD baskısının araçları arasında ekonomik yaptırımlar (petrol ambargosu, finansal kısıtlamalar, varlık dondurmaları), diplomatik izolasyon ve askerî caydırıcılık yer alıyor.

İran, bugün hâlâ kendi kendine yeterliliğe odaklanan ve petrol dışı ihracatı artırmayı hedefleyen bir "direniş ekonomisi" inşa etmeye çalışıyor. Resmî finans kanallarını atlatmak için “gölge bankacılık ağı” geliştirmekle uğraşıyor. Gemi-gemi transferleri ve “hayalet filo” aracılığıyla yasa dışı petrol ticareti yapıyor. Özellikle ABD baskısına yanıt olarak Çin ve Rusya ile ekonomik bağlarını güçlendiriyor. İran, potansiyel ABD petrol yaptırımlarına karşı OPEC üyeleri arasında birlik arayışında. Ayrıca yerli silah üretimi ve askerî yeteneklerini geliştirmek için çaba sarf ediyor. Günümüzde İran siyasi establishment içinde, direnişi savunan katı tutucular ile müzakereye açık pragmatistler arasında farklı görüşler bulunuyor. İran toplumu ve siyasi establishment içinde ABD yaptırımlarının etkinliği ve sonuçları hakkında farklı görüşler mevcut. Yaptırımların iç siyasi dinamikler üzerindeki etkisi, muhafazakârları güçlendirebilir ve ılımlıları zayıflatabilir. İran'ın nükleer programı da bu bakış açısıyla, dış tehditlere karşı potansiyel bir caydırıcı olarak değerlendiriliyor.

İran İslam Cumhuriyeti’nin 46 yıllık yolculuğu, önemli iç siyasi gelişmeler, dış politikadaki değişimler ve ABD baskısının kalıcı etkisiyle şekillendi. İslam Cumhuriyeti, başlangıçtaki hedeflerine ulaşma ve iç ve dış zorlukların üstesinden gelme konusunda karmaşık bir tablo çizdi. ABD’nin “maksimum baskı” kampanyasının İran’ın davranışlarını değiştirme konusundaki etkinliği günümüzde hâlâ tartışıyor ve bölgesel ve küresel politika üzerinde geniş kapsamlı sonuçları değerlendiriliyor. İran’ın iç ve dış işlerinin mevcut durumu, iç baskılar, bölgesel rekabetler ve uluslararası yaptırımların etkileşimiyle şekilleniyor. Gelecekteki yörüngesi, özellikle devam eden ABD baskısı ve gelişen bölgesel dinamikler bağlamında, iç ve dış politikalarında potansiyel değişimlere açık görünüyor.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...